Herakleitos’u Unutmak

Evet, gerçekten de aşağıdaki sözler Herakleitos’un dudaklarından dökülmüş gibi. Ancak bu sözler onun felsefesini yansıtmıyor. İnsanlar Herakleitos hakkında birbirlerinden duydukları ve tam olarak anlamadıkları düşünceleri sürekli tekrarlıyor ve bir kulaktan diğerine aktarıyor. Herakleitosa atfedilmiş ve sanki onun bütün felsefesini özetleme niteliğinde kullanılan bu sözler akla ilk gelen sorularla karşılaştığında ne kadar da yetersiz kalıyor…

“Değişmeyen tek şey değişimdir.”
-Öyleyse ben neden her defasında ben olarak kalmaktayım?
“Aynı nehire iki defa girilmez.”
-Öyleyse girdiğim o birbirinden farklı nehirlere neden aynı nehir demeye devam etmekteyim?

Herakleitos’u Unutmak:

Günümüzde insanlar Efes kentinde yaşamış, düşünmüş ve soluk almış bir insan olan Herakleitos’un gerçek düşünceleri veya ondan geriye kalan fragmanlar üzerine düşünmek yerine, birbirlerinden duydukları, tanınmaz hale gelmiş yorumlar üzerinden konuşmayı tercih ediyor. Bu yazının amacı, Herakleitos’un problem olarak gördüğü şeyin ne olduğunu ve ne olamayacağını açıklamaktır.

Ortada olan problem nedir?

Sanılanın aksine asıl problem her şeyin değiştiği için hiçbir şeyin aynı kalmaması değildir. Çünkü asıl problem şeylerin şaşırtıcı bir biçimde aynı kalmasındadır. Kızılırmak ne kadar değişirse değişsin Kızılırmak olarak kalmakta, en yakın arkadaşınızın hafızası, aklı, bedeni, hatta onu oluşturan yapı taşları bile değişse o hala sizin en yakın arkadaşınız olarak kalmakta, geçmişteki siz ile şu andaki siz hala aynı kalmaktadır. Aksini mi düşünüyorsunuz? O halde geçmişteki size geçmişteki ben değil de başka bir şekilde seslenmeniz gerekecektir çünkü o artık “ben” diye seslenilemeyecek farklı biri olmuştur.

-Ama o farklı biriydi ben değiştim.
O farklı biriyse değişen sen değildin.
-Evet değişen ben değildim o başka biriydi.
Ama o değişen kişiye seslenen arkadaşların aynı şekilde seslenmeye devam etti.
-Benim hiç arkadaşım yok.
Ancak ben senin 10 yıl önceki halin dediğimde insanların aklında bir şeyler canlanacak, eğer o farklı biri olsaydı ve sen yeni oluşmuş olsaydın akıllarına hiçbir şey canlanmaması hatta bu sorunun mümkün olmaması gerekirdi, aynı Kızılırmak’ın Kızılırmak olarak kalması, evindeki o masanın hala evindeki o masa olarak kalması gibi.

Şeyleri oluşturan yapıtaşları, görünümler veya her ne özellik olursa olsun değiştiğinde onlar yine aynı kalmakta kimliklerinde bir değişim olmamaktadır. Demek ki problem şeylerin neden hep değiştiği değil onların kimliklerinin en nihayetinde neden hep aynı kaldığıdır? Aynı Efesli Herakleitos’un dediği gibi: “Aynı nehirlere hem gireriz hem girmeyiz hem biziz hem biz değiliz.”

Kimliği yapıtaşlarında aramak:

Bir zamanlar, kahraman Theseus’un gemisi, Atlantis’ten dönerken kullanılıyordu. Zamanla, geminin tahtaları çürüyüp değiştirildi. Her parça yenilendiğinde, halk “Bu hâlâ Theseus’un gemisi mi?” diye tartışmaya başladı. Sonunda, tüm parçaları yenilenince, başka bir gemi haline geldi. Bu durum, kimliğin ve değişimin doğası üzerine derin bir soru bıraktı: Gerçekten aynı gemi mi, yoksa tamamen yeni bir gemi mi? Artık onun yine aynı Theseus’un gemisi olduğunu biliyoruz çünkü onu aynı şekilde çağırdığımızda hepimizin aklında yine o gemi çağrışıyor. Demek ki şeyleri yine o şeyler yapan içsel özellik o şeylerin yapıtaşlarında aranmamalıdır.

Kimliği toplumsal uzlaşıda aramak:

Bizim Theseus’un gemisine diğer insanlar onu öyle çağırıyor diye öyle demeye devam ettiğimizi düşünelim. Bu probleme böyle bir yanıt getirildiğini varsayalım. Şimdi başka bir düşünce deneyi yapalım ve dünyada artık tek başımıza var olduğumuzu düşünelim, ben yine kendime ben demeye, daha önce toplumun herhangi bir şey olarak nitelendirmediği şeylere de bir kimlik atfetmeye devam edeceğim. Ayrıca kimlikleri orada sıkı sıkı adeta çelik gibi sert ve değişmez olarak tutan şey toplumun atfı olsaydı, bu kimlikler aynı toplumların manipülasyonla ve dışsal etkilerle kolayca değiştiği gibi değişimden kaçamazlardı.

Kimlik değişen şeylerde aranmamalıdır. Kimlik hiçbir zaman değişmediğine göre onun kaynağını değişen bir yapıda aradığımızda kimliğin de değişmesini beklememiz gerekecektir. Kimliği koruyan şey aynı onun gibi değişmez ve sımsıkı olmalıdır.

Kimliklerin nedeni ve nedensizliği:

Ben benimdir; bunu içsel olarak bilirim ve bu yüzden bunu sorgulamama gerek yoktur. O, benim doğamın ta kendisidir. Bu içsel bilgi, bir öz-farkındalık hali, benim kimliğimin temelini oluşturur. Tıpkı Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesinde olduğu gibi, ben olduğumu bilmek, tüm diğer bilgilerin üzerine inşa edildiği temel bir kesinliktir.

Bu perspektiften bakıldığında aynı benim ben olarak kalmam gibi şeyler de yine aynı şeyler olarak kalmaya devam etmektedir. Ve bu bana içkin bir özellik olduğundan bunun sorgulanmaya ihtiyacı da yoktur. Burada sorgulanması gereken bir şey yoktur. Ancak kimlik problemi bu bakış açısıyla çözülürse geriye yeni bir problem ortaya çıkabilir. Bu problem şudur: Benim nasıl ben olduğum gerçekten de zaten içsel olarak bildiğim içkin bir yaklaşım mıdır yoksa hakikatin karanlıkta kalmış tekrardan soruşturulması gereken bir ayıbı mıdır?

“Kendimi Aradım.” R.P.48.

Hi, I’m Alper Yayla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir