Bir Apofeni Biçimi Halinde Bilim ve “Bilgi”
Bilimin artık bir bulguyu nasıl bulduğu önemini kaybetmiştir. Onun için önemli olan neyi bulduğu ve o şeyi ne kadar kere bulduğudur. Günümüzde her gün binlerce makale yazılıyor ve aynı bulgular ve onların karşıtı olan onlarla çelişen bulgular defalarca kez kanıtlanıyor ve bilgiyi keşfedilebilecek bir yapıdan çıkartıp edinilebilecek bir yapı haline sokan bilim, istenileni onaylama otoritesi olarak çürümüş, yozlaşmış ve politik bir biçimde – ki politika oyunundan hala söz edilebilirse- ilişkiler ağına kadar yayılmış olan iktidara hizmet ediyor.
Keşfettiğini Keşfetmek
Her gün binlerce makale yazılıyor, bunun anlamı henüz fark edilmemiştir ancak bu çok büyük bir cürettir. Çünkü bu aynı zamanda her gün kainat veya insan yaşamı hakkında binlerce sayıda daha önce söylenmemiş sentezler veya keşifler yapıldığı anlamını taşımaktadır. Ancak ortada tek gördüğümüz bir başka çürüme örneği olan istatistiğin trans-politik bir biçimde artık edinilecek hale gelmiş olan bilgileri ve o bilgilerin kendisiyle çelişen karşıtlarını defalarca kanıtlamasıdır.
Kahvaltı yapmak zararlı mıdır?
Bakınız zararlı olduğu iddiasını destekleyen binlerce makale…
Kahvaltı yapmak yararlı mıdır?
Bakınız yararlı olduğu iddiasını destekleyen binlerce makale…
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, modern bilimsel araştırmalarda istatistiksel manipülasyonun yaygınlaşmasıdır. P-değeri fetişizmi olarak da adlandırılabilecek bu durum, araştırmacıların sonuçlarını “istatistiksel olarak anlamlı” gösterebilmek için verileri defalarca analiz etmeleri, test verilerini farklı şekillerde bölmeleri ve p-değerini düşük bulana kadar bu süreci tekrarlamalarıyla kendini gösterir. Stanford Üniversitesi’nden John Ioannidis’in 2005 yılında yayınladığı “Why Most Published Research Findings Are False” (Yayınlanan Çoğu Araştırma Bulgusunun Neden Yanlış Olduğu) başlıklı çığır açıcı makalesi, tam da bu soruna parmak basmaktadır. P-değerinin günümüz biliminin bir modası haline gelmesi ve binlerce araştırmacının aynı veri setini farklı şekillerde analiz ederek düşük p-değerleri elde etme çabası, bilimsel metodolojinin güvenilirliğini tehdit etmektedir. P-değeri düşük olsa bile, bu tek başına yeterli değildir çünkü araştırmanın pratik anlamlılığı, etki büyüklüğü, tekrarlanabilirliği ve metodolojik sağlamlığı gibi birçok faktör de göz önünde bulundurulmalıdı. Bu durum, makalelerde gördüğümüz istatistik kullanımının sadece bir yönüdür.
Sporcuların 1/50’sinin doping yaptığını ve dopingli-dopingsiz olan sporcuları %95 doğru sınıflandıran bir testin var olduğunu varsayalım. Bir sporcunun testi dopingli çıkmışsa eğer, sporcunun gerçekten dopingli olma ihtimali nedir?
P<0.05 bulunması, hipotezin doğru olma olasılığının %95 olduğu anlamına gelmiyor.
Günümüz bilimleri artık insanın kendi içkin özelliklerini ve sezgiselliğini unuttuğundan artık şeyleri kendi yüzeysel eşit kollu terazisinden ölçmektedir. Sorun yazılan makalelerin kalitesizliğinde veya üniversitelerde değildir. Sorun artık doymuş ve göbeği şişmanlamaktan çatlamaya başlamış olan bilimin ta kendisindedir. Makaleler sadece trans-politik bir yapı haline gelmiş olan istatistiği referans almazlar, ayrıca onlar kendi içlerinde birbirine de referans verdiğinden içerisinden çıkılamayan karşı bir devrimle nekrotik bir uzuv gibi kesilip atılması gereken çürümüş, yozlaşmış ve mülevves bir sinir ağı haline gelmiştir. Makalelerde tek sorun trans-politik haline gelmiş ve istenildiği kadar manipülasyona açık olan istatistiğin kullanımı ve yozlaşmış hale gelmiş olan bu makalelerin birbirlerini istediği kadar referans alması değil, ayrıca onların bir başka sorunu da onların zaten bulunan bulguları yeniden gereksiz bir biçimde isimlendirmeleriyle yeni bir keşfetme iddiasında olmalarıdır. Daha öncesinde, keşfedilmiş ve bir yapı olarak algılanıp bir nesneymiş ve belli görevlere sahipmiş gibi devinen bulgulara bazı isimler verilmiştir. Şimdi ise bu bulguların farklı görevleri aynı bir sanki parçacık gibi görülüp tekrar tekrar defalarca gereksiz bir şekilde isimlendirilmeye çalışılmıştır. Bu gereksiz isimlendirme gerçekten bir şeyler keşfetme tutkusundan değil, bir şeyler keşfetmiş biri olma tutkusundandır. Bu isimlendirmenin halihazırda var olan terminolojiye herhangi bir faydası olmamış, aksine insanların bilimi ve bilgiyi algılama biçimine zarar vermiştir. Bilimin artık yeni bulguları keşfedecek mecali kalmamıştır. Makaleler ve bilimin şeyler üzerine olan dogmatik yorumu artık keşfedilecek olan hakikatin ta kendisidir. Yeni bir makale yazılınca keşfedilen şey artık yeni bir hakikat bulgusu değildir, bilim insanı o makalenin kendisini keşfetmiştir.
Modern fiziğin içinde bulunduğu durum, özellikle sürekli türeyen ve çoğalan sicim teorileri ile birlikte, bilimin artık bir fenomenoloji ve apofeni biçimine dönüştüğünün en açık göstergesidir. Her yeni sicim teorisi versiyonu, bir öncekinin açıklayamadığı noktaları kapatmaya çalışırken yeni açmazlar yaratmakta ve bu döngü sürekli kendini tekrar etmektedir. Bu durum, tıpkı postyapısalcı filozofların metinlerinde olduğu gibi, gerçekliği açıklamaktan ziyade kendi içinde tutarlı görünen ama gerçeklikle bağı kopuk sistemler üretmektedir. Fizik artık fenomenleri açıklayan değil, fenomenleri üreten bir disipline dönüşmüştür. Bu üretim sürecinde matematiksel tutarlılık tek kriter haline gelmiş, gözlemlenebilirlik ve test edilebilirlik gibi bilimsel yöntemin temel prensipleri ikincil konuma düşmüştür. Böylece fizik, kendini sürekli yeniden üreten, her yeni teorinin bir öncekini çürüttüğü ama hiçbirinin gerçekliği tam olarak açıklayamadığı bir kısır döngüye hapsolmuştur. Bu açıdan bakıldığında, günümüz teorik fiziği ile metafizik arasındaki sınır giderek belirsizleşmektedir – her ikisi de gerçekliği açıklamak yerine, kendi gerçekliklerini üretmekte ve bu ürettikleri gerçekliği mutlak hakikat olarak sunmaktadırlar. Kuantum fiziğinden topolojiye kadar her karmaşık teori, sabırla ve aşamalı olarak açıklanabilirken, bu yeni teoriler sanki özel bir kavrayış yeteneği gerektiren, sadece seçilmiş bir grubun anlayabileceği metafizik bir alan yaratmıştır.
Bu durumda iki olasılık vardır: Ya bilim tarihinde görülmemiş bir sıçrama yaşanmış ve insan kavrayışının ötesinde yeni bir teorik alan açılmıştır, ya da bu teorisyenler kendi yarattıkları yankı odalarında, gerçeklikle bağı kopmuş, kendini doğrulayan bir sistem içinde dönüp durmaktadırlar.
İktidarın hizmet aracı olarak bilim:
İktidar geleneksel anlayışın aksine devlet veya kurumların elinde olan egemen güç değildir. İktidar, toplumun tüm katmanlarına yayılmış, sürekli dolaşımda olan ve her yerde var olan bir ağ gibidir. Bu ağ içinde iktidar ilişkileri yukarıdan aşağıya değil, her yönde işler. İktidar sadece baskıcı bir güç değildir ayrıca üretkendir. Bilgiyi, söylemi, öznellikleri ve toplumsal gerçekliği üretir. Kimlikleri şekillendirir ve toplumsal gerçekliği de inşa eder. İktidar insanın en yakın ilişkilerinde bile kendini belli eder.
Bir öğrenci sınıfta “saçma” görünmekten korktuğu için soru sormaktan çekinebilir veya bir çalışan “uygunsuz” görünmemek için giyim tarzını kısıtlayabilir. Bu örnekler, iktidarın yasalar ve kurallardan çok, içselleştirilmiş normlar ve kategoriler üzerinden işlediğini gösterir. İktidar, insanların kendilerini sürekli bu ikili karşıtlıklar içinde değerlendirmesini ve “normal” olanı seçmeye yönelmesini sağlar. İktidar bu normları oluştururken kullandığı en büyük güçlerden biri de bilimdir ve bilimi kendi emelleriyle kullanmaktadır. Bu oluşturulan normların bir istikrarı da yoktur ve yıllar içinde onları tepetaklak bir biçimde de görebiliriz çünkü aynı şekilde onları oluşturan bilimin de istikrarı yoktur. İktidar bilimle istediğine ahlaksız, deli, sorunlu, suçlu, bir cinsiyetin düşmanı, karakteri bozuk gibi yakıştırmaları yapabilir ve onları kontrol altında tutabilir. Ayrıca bilim değişen durumlarda kontrolü bırakmamak için de gereken plastisiteye sahiptir. Ayrıca bilimin halk üzerinde bu kadar etkisinin olması ve bu sayede iktidarın en güçlü hizmetkarlarından biri olmasının sebebi de onun pratiklik-işe yararlılık ile değil doğruluğun ve hakikatin direkt kendisiyle ilişkilendirilmiş olmasındandır.
Popüler anlamda bilim söylemi
Bilim ne matematiktir, ne doğruluktur, ne istatistiktir ne de bunlar bilimdir. Bilim doğruya ulaşmak da değildir ve metodolojide empirizmin ısrarı da değildir. O sadece insanlığın “gelişimindeki” işe yararlılıktır ve bu konuda insanlık tarihinin en başarılı aracıdır. Fakat şu anda bilim, sanki hakikatin bir imzası olarak görülmekte ve ona insanlar tanrıya güvendiğinden bile daha çok güvenmektedir. Mesela bilim ile tanrının çeliştiğini öne sürmek, aslında bilimi mutlak ve evrensel bir hakikat standardı olarak konumlandırmaktır. Bu bakış açısı, bilimsel yöntemin tanrının kendisinin bile tabi olması gereken üstün bir otorite olduğunu varsayar. Paradoksal biçimde, bu düşünce bilimi tanrısal bir konuma yükseltirken, tanrıyı kendi yarattığı doğa yasalarına bağımlı bir varlık seviyesine indirger. Bu da bilime adeta yeni bir tanrısallık atfetmek anlamına gelir.
Bu söylediğin bilimsel olarak kanıtlanmamış!
-Peki ya bilimin kendisi bilimsel olarak kanıtlanmış mıdır?Bilimsel düşünecek olursak…
-Bilimsel düşünemezsin nasıl düşünüyorsan öyle düşünürsün empirik düşünme diye bir şey de zaten olamaz.Bilim şunu kanıtlamıştır.
-Emin ol o şeyin tam tersini de kanıtlamıştır.
Popüler anlamda bilim kelimesinin kullanımı, o kelimeyi kullanan için kendisine ne mantıklı geliyorsa odur; bilim hem mantık, hem sezgi, hem matematik, hem fizik, hem örf, hem cinsiyet, hem politika hem de her şeydir. Yani aslında hiçbir şeydir. Böylece bilim kavramı, özgün metodolojik anlamından uzaklaşıp, korkunç derecede homosantrik bir anlayışa ve kişilerin kendi ego ideallerini yansıtan bir aynaya dönüşmüştür. Onun artık hem kendisi hem de uyandırdığı anlam yozlaşmıştır.
Bir çürüme olarak bilimsel bilgi:
Bilimin bu denli yozlaşması, doğal olarak bilginin statüsünde de bir değişime sebep olmuştur. Bir şeyi en iyi şekilde bilmek -inanmak- için bilinecek olan şeyin anlamının birebir ziyaret edilerek idrak edilmesi gerekmektedir. Ancak bilgi de artık her yere aynı bütünsel gerçeklik içinde yayıldığından, o hiper-tüketim ağı içerisinde keşfedilemeyecek kadar zahmetsizdir. O artık ağaçtan elmayı koparmak gibi edinilecek bir yapıdadır. Ve bilgi artık aynı zamanda bir süstür, aksesuardır; o taşınılacak gösterilecek kendisine bakılmasını isteyecektir.
Bakın yeni ayakkabılarıma ve yeni çantama, yeni kıyafetlerime ve ah evet – bakın bakın yeni bilgilerime de! Hepsi ne kadar yakışmış değil mi? Hele şu yeni öğrendiğim teoriler, bu sezonun tam modası!
Varılan noktada edinilecek olan bilginin hakikatle bir ilişkisi kalmamıştır ki kendisi zaten artık en az hakikatin kendisi kadar hakikattir. Ne mi anlatıyorum? Bir deneme yapalım…
İnternete şu soruyu istediğiniz bir şekilde ve dilde yazın; foton “parçacığının” kütlesi nedir? Şimdi onun bilgisini edinip buraya gelin. Peki ya şimdi size bu bilginin yanlış olduğunu söylersem? Bunu nasıl bilecektiniz? Bana nasıl inanacaksınız? Bilgi bir inançtır ama az önce siz onu keşfetmek yerine edindiniz. Bu yüzden emin de olamayacaksınız. Çünkü keşfedecek olsaydınız cevabın 0 olup olmadığından emin olabilecektiniz.
Hepimiz kandırıldık! İletişim ağlarınca çözülmesi gereken bir problem yoktu. Hatta gerçek olamayacak kadar gerçek olan bu bütünsel gerçeklikten başka bir şey de yoktu.