Eski İnsan
Antik Yunan Metinleri Nasıl Okunmalı?
Anaksagoras ve Zeno Üzerinden Genel Bir İnceleme
“Bütün şeylerde, zihin hariç her şeyden bir parça vardır; ve yine zihin barındıran şeyler de vardır.”
(35 r 164, 23)
“Ve mademki büyük ve küçüğün bölümleri sayıca eşittir, öyleyse yine bütün şeyler her şeyde bulunacaktı. Ayrı var olmak onlar için mümkün olmasa bile, yine de bütün şeyler her şeyden bir parça içerirler. En az var olmanın imkânı olmadığı için, kendi varlığına katılsa bile hiçbir şey ayrılamaz, ancak başlangıçta oldukları gibi şimdi de bütün şeyler birliktedir. Ve bütün şeylerde pek çok şey vardır ve ayrı olan bu şeylerle ilgili daha büyük ve daha küçük şeklinde sayıca eşit şeyler vardır.”
(35 v 164, 24)
“Etin içinde kemik, taş, kan, saç, tırnak gibi şeyler de bulunur; fakat et en baskın olduğu için ona et denir.”
Anaksagoras’a göre, camın içerisinde her şeyden bir parça vardır ama en çok cam olduğu için cam gibi görünürmüş. Ne kadar aptalca(!) değil mi? Günümüz fiziği ve kimyası bu kadar gelişmişken, bu filozofu okuyan insan kendine ne katabilir? Bu ne saçmalık?
Ancak durum aslında böyle değil. Eski insanı anlayabilmek için, günümüz kavramlarının onları maskeleyen isimlerinden arınmalıyız. Öncelikle Anaksagoras’ı ve eski insanı anlayabilmek için onun neden böyle düşündüğünü sorgulamalı, bunu yaparken söylediklerinin günümüz kavramsal karşılığından bağımsız değerlendirilmesi gerekir.
Peki, Anaksagoras’ı bu “saçma(!)” çıkarıma götüren problem neydi? Ya da şöyle sorabiliriz: Bu “saçma(!)” sonuç hangi problemi çözmektedir?
Problemler
- İnsan ekmek yer, su içer, gıdalarla beslenir; ama bu gıdalar nasıl insana dönüşür?
- Bir canlı ölünce bedenindeki maddeler nasıl tekrar toprağa, suya, havaya karışır?
- Hem taş, hem ağaç, hem de su nasıl sertlik, hacim, kütle gibi ortak özelliklere sahip olabilir?
- Bazı maddeler nasıl birbirine karışır ve yeni maddeler oluşturur?
- Bitkiler güneş ışığını alır, ama biz sebze yediğimizde o enerjiyi nasıl bedenimizde kullanırız?
Görüldüğü üzere, eski insanın kafasını meşgul eden bu tür sorunlar karşısında Anaksagoras, maddelerin onları o madde yapan en küçük parçalardan oluştuğunu; ve o madde içinde en çok hangi madde çeşidi varsa onun baskın görünümünü belirlediğini söylemiştir.
Kavramlardan Arınmak
Madde çeşitlerine, eski insan cam atomu, su atomu, ateş atomu, toprak atomu, taş atomu gibi isimler vermiş olsa da, günümüzde bu temel parçacıklara karşılık gelmektedir. Artık biliyoruz ki, gerçekten de Anaksagoras’ın dediği gibi her madde aynı temel parçacıklardan oluşur. Anaksagoras, maddeleri karışım olarak değerlendirdiğinde haklıydı; onlar temel parçacıkların karışımıdır. Onları birbirinden ayıran şeyin miktarları olduğunu düşünmüştü; bu eksikti ama çok da eksik değildi. Çünkü maddeleri birbirinden ayıran esas unsur, içerdiği moleküllerin yapısı, kurdukları bağlar veya etkileşimler değildir. Bunlar temel parçacıkların kendini gösterme biçimlerinden başka bir şey değildir (elektromanyetik alandaki salınımlar gibi). Asıl o maddeleri ayıran şeyler, içeriğindeki temel parçacıkların miktarları ve konumlarıdır.
Bu temel parçacık yaklaşımı, Anaksagoras’ın önünde duran şu temel problemi çözdü:
Nasıl oluyor da bir şey başka bir şeye dönüşebiliyor? Örneğin insan ekmek yerken, yediği ekmek nasıl ete, kemiğe, kana dönüşür? Veya bir canlı öldüğünde bedeni nasıl toprağa, suya, havaya karışır? Anaksagoras’ın yaklaşımı, doğadaki bu dönüşüm ve değişimin temelinde, maddelerin sabit ve ayrı varlıklar değil, her şeyin içinde çeşitli oranlarda bulunan ortak parçacıkların farklı düzenlenişleri olduğunu gösterdi. Böylece, doğadaki sürekli dönüşüm sorunu, “her şeyde her şeyden bir parça vardır” fikriyle açıklanabilir hale geldi. Maddenin değişimi, sadece temel parçacıkların miktar ve konumlarının değişmesi, yani farklı karışımlar oluşturmasıdır. Bu sayede madde türlerinin değişmez ve ayrı olmadığı, birbirine dönüşebildiği anlaşılmış oldu.
Zenon’un Paradoksu: Kaplumbağa ve Aşil
Zenon’un en bilinen paradokslarından biri “Kaplumbağa ve Aşil”dir. Hızlı koşan Aşil, yavaş kaplumbağayı yakalamaya çalışır. Ancak Zenon der ki: Aşil kaplumbağanın başladığı noktaya geldiğinde, kaplumbağa biraz daha ilerlemiştir. Aşil bu yeni noktaya ulaştığında, kaplumbağa yine biraz ilerlemiştir. Böylece Aşil kaplumbağayı hiçbir zaman yakalayamaz; çünkü aralarındaki mesafe sonsuz kere yarıya bölünmektedir.
Bu gerçek bir paradokstur, hareketin ve mesafenin sonsuz küçük parçalara bölünebilirliğinin imkansız olduğunu gösterir. Peki teoride olmuyor ise bu dünyada nasıl Aşil, kaplumbağayı geçebiliyor.
-Demek ki evren sonsuz bölünen bir yapıda değildir!
Modern fizik, doğanın sonsuz bölünebilir olmadığını ortaya koyar. Planck uzunluğu, evrende anlamlı olan en küçük uzunluk birimidir; bundan daha küçük mesafelerin fiziksel bir anlamı yoktur.
Filozofun Ödevi ve Antik Metinlerin Okunması
Filozofun ödevi, günümüz kavramlarından arınarak, yarım kalmış bu dersleri tamamlamaktır. Eski metinler okunurken, onların söylediklerini günümüz anlayışıyla değil, kendi zamanlarının kavramsal dünyasından yani bizim günümüz kavramlarımızdan arınarak yorumlamamız gerekir. Böylece, geçmişin temel sorgulamalarını doğru kavrayabilir ve bugünün bilimsel keşifleriyle harmanlayarak yeni düşünceler geliştirebiliriz.